Türk-Gürcü Etkileşiminin Dil-Kültür Alanlarına Yansımaları Ve Bunun Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimindeki Önemi
Paste a VALID AdSense code in Ads Elite Plugin options before activating it.
21. yy iletişimin önceki çağlara oranla daha fazla ön plana çıktığı bir devirdir. İnsanlar, beden dili, işaret dili gibi kanallarla da iletişim kurmalarına rağmen temel dil becerileri, iletişimin en önemli köprüsü olarak güncelliğini korumaktadır. Bu dil becerileri teknoloji ve bilişim çağı olan günümüzde günlük hayatta olduğu kadar telefon, televizyon ve internet gibi elektronik ortamlarda da kullanılmaktadır. Bu teknolojik imkânlar dolayısıyla dünyanın uzak coğrafyalarındaki bireyler, kolaylıkla haberleşebilmektedir. Bu imkânlar, gün geçtikçe her birey için yabancı dil öğrenme ihtiyacını da beraberinde getirmektedir. Bu durum aslında evrenselleşmenin hem gereği hem de sonucudur. Fre-deric Jameson'a göre: "Küreselleşme, bir dünya pazarı ufkunun yanı sıra dünyadaki iletişimin muazzam ölçekte genişlemesi duygusunu da ifade eder. Bu ikisi de modernitenin ilk dönemlerinden çok daha fazla elle tutulur ve dolaysız hâle gelmiştir." Çünkü yabancı dil, günümüzde sadece ticaret, turizm ve diplomatik ilişkiler için bir araç değil; milletlerin ayakta kalmaları için bir temeldir.
Ülkelerin diğer ülkelere kendi dilini öğretebil-meleri ve kültürünü tanıtabilmeleri için öncelikle bir eğitim politikası oluşturmaları gerekir. Güçlü devletlere ve en çok kullanılan dillere bakıldığında ekonomik güç ile paralel ilerleyen eğitim politikasını fark etmek mümkündür. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri, bunun zirve örneğidir. "(...) Eğitim piyasasında ABD' nin lider konumu, Avrupa ulusötesi şirketlerine eğitim pazarını kaybetme korkusu yaşatmıştır. Avrupa ulusötesi şirketleri, eğitim hizmetlerinin yetersiz kalması, eğitim sisteminin esnek olmaması ve kamu eğitim sisteminin bürokrasi nedeniyle iyi işlememesi konularını gündeme getirerek eğitim pazarını kaybetmemek için AB karar organlarına baskı yapmaya başlamıştır" (Algan, 2011: 43). Avrupa'da yaşanan bu kriz ve endişe doğrultusunda Avrupa'nın eğitim ve kültür programlarını oluşturan Avrupa Konseyi, ABD'nin eğitimli, çağdaş ve uluslararası ilişkiler vizyonu geniş insan profiline karşılık en az iki yabancı dil bilen, farklı kültürleri öğrenmeye istekli, öğretim sürecinin değerlendirilmesine bizzat katılan ve eğitimini ömür boyu sürdüren insan profilini oluşturma çabası içine girmiş; bu profili de "çok dilli ve çok kültürlü" şeklinde tanımlamıştır. Bu insan profiline erişebilmek için ise Avrupa Konseyi Modern Diller Bölümü, Kültürel İş Birliği Konseyi'nin de desteğini alarak "Diller İçin Avrupa Ortak Başvuru Metni (Common European Framework)"ni hazırlamıştır. T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 2009/34 sayılı genelgesinde de belirtildiği üzere Konsey, 2000'de Polonya/ Cracow'da düzenlenen Eğitim Bakanları Daimî Konferansı'ndan itibaren bu metnin uygulamasını başlatmıştır. Bu metin ile Konsey'e üye ülkeler arasında iletişim ve kültürel zenginliği arttırma ve dil eğitiminde öğrenme, öğretme ve değerlendirme alanlarına standart getirme amaçlanmıştır. Bahsi geçen amaçlara erişebilmek için ise Konsey'in hazırladığı Sokrates, Leonardo Da Vinci, Grundtvig gibi programlar üye ülkelerde uygulanmaktadır. 5 Mayıs 1949'da Fransa/ Strasbourg'ta kurulan Konsey'e aynı yıl üye olan Türkiye ise Konsey'in eğitim ve kültür alanındaki değişikliklerini T.C. Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı aracılığıyla kendi eğitim sistemine uyarlamaktadır.
Günümüzde çok geniş bir coğrafyada, iki yüz yirmi milyondan fazla insanın ana dili olarak konuştuğu Türkçe, 1980'de UNESCO tarafından en çok konuşulan diller sıralamasında 5. dil kabul edilmiştir. Kültür, devlet ve bilim dili olan Türkçenin resmî alanı ise özellikle 1991'de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)'nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetleriyle olmuştur. Bugün Türkçe, Türkiye, K.K.T.C., Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan veÖzbekistan'ın yanı sıra Kosava'da da resmî dildir. Ayrıca çeşitli sebeplerden dolayı 19. yüzyılda Anadolu'dan Fransa'ya başlayan; 1950'li yıllarda Almanya'ya; sonrasında Hollanda, İtalya, İsveç, İngiltere, Avustralya, Kanada ve ABD gibi ülkelere olan göçler neticesinde Türkçenin kullanım alanı birçok uzak coğrafyaya erişmiştir. Türkçe sadece göçler ve politik değişimler sonucunda değil; yabancı üniversitelerin Türkoloji bölümlerinde de yıllardır akademik varlığını devam ettirmektedir. Günümüzde ise Türkçe, Bosna-Hersek ve Gürcistan'da resmî müfredata girerek seçmeli yabancı dil olarak öğretilmektedir. Özellikle 05.05.2007 tarihli ve 5653 sayılı kanunla kurulmuş Yunus Emre Vakfına bağlı olarak hizmet veren Yunus Emre Enstitüsü, Balkanlardan Avrupa'ya; Arap Yarımadasından Kafkasya, Orta Asya ve Uzak Doğuya kadar birçok ülkede açtığı kültür merkezleri ve üniversitelerle imzaladığı iş birliği protokolleriyle Türkçenin yabancı dil olarak kullanım alanını genişleten ve buna ivme kazandıran en önemli kurum olarak karşımızdadır.
8. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar Türkçe, birçok dil ile etkileşim hâlinde bulunmuştur. Bu bağlamda Türkçe Verintiler Sözlüğü incelendiğinde Türkçenin Çince, Farsça, Urduca, Arapça, Rusça, Ukraynca, Ermenice, Macarca, Fince, Romence, Bulgarca, Sırp-Hırvatça, Lehçe, Çekçe, İtalyanca, Arnavutça, Makedonca ve Yunanca ile etkileşimi göze çarpmaktadır. Türkçe kimi zaman bu dillere kelime, deyim ve atasözü verirken kimi zaman da onlardan kelime almıştır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus var ki Türkçenin bahsi geçen dillerle etkileşimi tesadüf değildir. Türk devletlerinin kurulduğu coğrafyalara bakıldığında göç, iskân, savaş, ticaret, turizm ve bilim gibi çeşitli sebeplerle iletişim hâlinde bulunduğu milletlerin dilleridir. Bu milletlerden biri de şüphesiz ki Gürcülerdir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin kuzeydoğusunda yer alan ve sınır komşusu olan Gürcistan ile ilişkiler aslında çok eski zamanlara dayanmaktadır. Bu çalışmanın amacı da ilişkileri çok uzun bir geçmişe dayanan bu iki toplumun ortak ve benzer yönlerini, mümkün olduğu kadar, ortaya koymaktır. 27 Nisan 1999'da Avrupa Konseyi'ne katılan Gürcistan ile çok daha önce Konsey'e katılmış Türkiye arasında bu tür ortak ve benzer çalışmaların keşfi önemlidir. Böylece hem Konsey'in toplumların birbirini daha iyi tanıması, kültürel zenginliğin arttırılması ve dostluk ilişkilerin devam etmesi yönündeki amacına hem de Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde hedef kitlenin Türkçe ve Türk kültürüne yönelik farkındalığına katkı sağlanacaktır.
Gürcistan'da Türk Edebiyatı ve Türkçe üzerine akademik çalışmalar, 1900'lü yıllarda başlamıştır. "1919 yılında ünlü bilim adamı İvane Cavahişvili'nin önderliğiyle Tiflis Devlet Üniversitesi kurulunca hemen burada Filoloji (Dil-Edebiyat) fakültesinde Osmanlıca derslerini öğretmek için hocalar davet edilmişti. 1933'te adı geçen üniversitede Doğu ve Kafkas Dilleri kürsüsü oluşturuldu. Sonra bu birimden Türkoloji kürsüsü ayrıldı ve kürsünün ilk başkanı ünlü Türkolog Sergi Cikia atandı.(.)Üniversitedeki Türkoloji kürsüsünün yanı sıra 1960 yılında Gürcistan Bilimler Akademisi Giorgi Tsereteli Doğu Bilimleri Enstitüsü bünyesinde de Türkoloji bölümü oluşturulmuştur. Üniversitedeki kürsü faaliyetinde daha çok Türkçe öğretimine, Akademideki bölüm ise daha çok Türklük Bilimi yönünde bilimsel araştırmalara ağırlık vermiştir ve vermektedir" (Gocayeva-Memmedova, 2009: 1). "Günümüz Gürcistan'ında Türk edebiyatı genellikle üniversitelerin Türkoloji bölümlerinde ve Doğu Bilimlerinde bağımsız dersler olarak okutulmaktadır. Üniversitelerde bağımsız Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri bulunmamaktadır.(.)Gürcü üniversitelerinden Tiflis İ. Cavahişvili Devlet Üniversitesi, Uluslararası Karadeniz Üniversitesi (yüksek lisans ve doktora düzeyinde), İlia Çavçavadze Devlet Üniversitesi, Suhumi Devlet Üniversitesi, Kutaysi Akaki Tsere-teli Devlet Üniversitesi, Özgür Üniversite, Akhaltsikhe Devlet Eğitim Üniversitesi ve Batum Şota Rustaveli Devlet Üniversitesi gibi kurumlarda Türk edebiyatı üzerine (bu daha ziyade Türkoloji, Beşerî-Sosyal Bilimler Fakültesi veya Bölümünde) veya dolaylı (Doğu Bilimler ve Türkiye Çalışmaları Bölümlerinde) çalışmalar yapılmaktadır" (Üstünyer, 2013: 22).
Paste a VALID AdSense code in Ads Elite Plugin options before activating it.
Türk- Gürcü etkileşimini daha iyi anlamak ve bu etkileşimi verimli tahlil etmek için öncelikle tarihî süreçte yaşananlara eğilmek gerekir. Bu iki toplumun karşılaşması Osmanlı Devleti zamanı olarak bilinse de aslında çok daha öncelere dayanmaktadır. "M.Ö. VII. asrın ortalarında meydana gelen İskit akınlarından sonra Türklerin kuzeyden Gürcistan'a akını daha vazıh ve sistemli bir şekil almıştır"(akt: Paydaş, 2006: 420). Yani Türk- Gürcü iletişimi, ilk Türk topluluğu olarak kabul edilen İskitler (Sakalar) ile başlamış; sonrasında Gürcü tarihinde önemli bir yere sahip olan Kraliçe Tamara ile Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı Kılıç Arslan'ın oğlu Rükneddin Süleyman Şah döneminde bu iletişim devam etmiştir. "Pasinler Savaşı, Anadolu Selçukluları ile Gürcülerin karşı karşıya geldiği ilk savaş olmuştur" (Gümüş, 2006: 216). Pasinler Savaşı öncesi ve sonrasında yaşananlarla kimi zaman Türkler, bugünkü Gürcistan sınırındaki topraklara sahip olurken kimi zaman da Gürcüler, bugünkü Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu bölgelerindeki yerlere hâkim olmuştur. Türk-Gürcü etkileşiminin dil ve kültür alanlarından günümüze yansıyan tablosu ise asıl Osmanlı Devleti döneminde yaşananlarla çizilmiştir. "Gürcüler, Fatih Sultan Mehmet'in 1461 yılında Trabzon'u fethetmesiyle Osmanlılar ile sınır komşusu oldular. Yavuz Sultan Selim'in Trabzon valiliği döneminde Os-manlı-Gürcü ilişkileri olumlu yönde gelişmeye başladı ve Çaldıran seferinde Gürcistan beylerinden Mirza Çubuk, Osmanlı ordusuna lojistik destek vererek Osmanlılara dostluğunu bildirdi" (akt. Kasap 1, 2010: 2). Sonraları Gürcistan'a yapılan seferlerle Osmanlı, Kafkas coğrafyasında bazı bölgelere hâkim olmuş ve buralarda iskân politikası izlemiştir. "Gürcistan'daki Osmanlı egemenliği; Rusların 1801'de Tiflis'i, 1804'te Kutaisi'yi, 1810'da bütüm İmereti, 1828'de Ahıska ve 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda ise Batum ve Acara'yı ele geçirmelerine kadar devam etti. Tiflis ve Doğu Gürcistan'da Osmanlı nüfuzu kısa süreli ve sınırlı kalmışken İmereti ve Batı Gürcistan'da üç yüz yıldan fazla sürdü" (akt. Kasap 2, 2010: 4). 1. Dünya Savaşı sırasında 1917'de Rusya'da çıkan Bolşevik İhtilâli ile Çarlık Rusya yıkılmış yerine Sovyetler Birliği kurulmuştur. Rusya'nın elinde olan Kars, Ardahan ve Batum'a hâkim olan güç de değişmiştir. "Kars, Ardahan ve Batum'un milletlerarası bir antlaşma olan Brest-Litowsk (3 Mart 1918) ile Osmanlılara bırakıldığını, hatta yapılan halk oylaması sonunda halkın Osmanlı idaresini tercih ettiğini söyleyerek Mondros Mütarekesi'nin 11. maddesini, bu yerler Türklerde kalacakmış gibi düzenletmeyi başarmışlardır." (Gündüz, 2012:615-616). Ancak 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile Batum Rusya'ya verilmiş; 13 Ekim 1921'de imzalanan Kars Antlaşması ile de Türkiye'nin bugünkü doğu sınırı kesin olarak çizilmiştir. Sonrasında ise Batum, 9 Nisan 1991'de Sovyetler Birliği'nden ayrılarak tam bağımsızlığına kavuşan Gürcistan'ın yönetimine geçmiştir. Bugün Türkiye, Gürcistan>ın toprak bütünlüğünü savunmakta; dostluk ilişkilerini arttırmak için adımlar atmaktadır.
Göçler, dil-kültürün hareketliliğini sağlayan ve diğer dil-kültürlerle etkileşimini güçlendiren önemli bir sosyal olgudur. Bu açıdan gerek 93 Harbi gerekse 1. Dünya Savaşı sırasında Gürcistan'dan Türkiye'ye olan göçlerle Türkçe-Gürcüce etkileşimi, bu sosyal olgunun önemli birer örneği olmuştur. "Batum ve Artvin göçmenleri, Anadolu'nun hemen her yerinde iskân edilmişlerdir. Hopa'dan itibaren sahil boyu göç eden Artvin ve Batum göçmenleri geçtikleri Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun, Sinop şehir ve köylerinde uygun yerlerde mahallî yöneticiler tarafından yerleştirilmiştir. Hükümetin talimatı doğrultusunda Orta Karadeniz bölgesinde Amasya, Tokat ve Sivas bölgelerinde göçmenler iskân edilmişlerdir. (...) İstanbul'a gelen göçmenler Adapazarı, İzmit, İzmir, Yalova, Bolu, Bursa, Eskişehir, Balıkesir, Çanakkale bölgelerine yoğun bir şekilde iskân edildiği gibi Ankara'dan Akdeniz bölgesinde Adana'ya kadar yerleştirilmiştir" (Demirel, 2009: 323). Ayrıca bu göçler, sadece Gürcistan'dan Türkiye'ye değil; Türkiye'den, özellikle Doğu Karadeniz'den, de Batı Gürcistan'a doğru olmuştur. Bahsedilen göçlerin dışında Türkçe-Gürcüce etkileşimini sağlayan sebeplerden biri de daha önce bahsedildiği gibi coğrafi yakınlıktır ve Gürcistan, güneybatıda Türkiye ile komşuyken; güneydoğuda da Azerbaycan ile komşudur. "300 bine yakın Azerbaycan Türkçesini kullanmaya devam eden Azerbaycan Türkünün yaşadığı Gürcistan'da, Azerbaycan Türkleri dışında ülkenin güney bölgelerinde bulunan Türk köylerinde Türkçeyi konuşma dili olarak kullanmaya devam eden küçük Türk toplulukları (... ) bulunmaktadır" (Özkan, 2007: 286).
Devamını okumak için tıklayınız...